HABERLER

Dr. Sadık Top’un Kaleminden: Bulaşıcı ve Öldürücü Sarılığın Etkenleri

BULAŞICI ve ÖLDÜRÜCÜ SARILIĞIN ETKENLERİ OLAN HEPATİT –B (HBV) ve HEPATİT-C (HCV) ile AIDS HASTALIĞININ ETKENİ OLAN HIV VİRÜSLERİNİN SİİRT İLİ VE ÇEVRESİNDE YAYGINLIĞI

(2006 YILINDAKİ VERİLERİN 2018 YILI VERİLERİYLE KARŞILAŞTIRILMASI)

Türkiye'de 2017 verilerine göre 3 milyon Hepatit B ve 750 bin Hepatit C hastası, 13 bin de HIV taşıyıcısı olduğu tahmin edilmektedir. Bu nedenle, bu makalede HBV, HCV ve HIV üzerinde durulacak ve aynı parametrelerin Siirt’te 2006 yılı ile 2018 yılındaki prevalansları (yaygınlıkları) irdelenecektir.

Bulaşıcı Sarılık Nedir?

Eski Mısır’da Firavunlar döneminden, İ.Ö. 3000’lerden, beri bilinen bir hastalık olmakla birlikte, etkenleri çok yakın zamanda 1970’lerin sonlarında tanınabilmiştir. 1908 yılında Mac Donald bulaşıcı sarılığın bakterilerden daha küçük etkenler tarafından oluşturulduğuna dikkat çekip bunun bir virüs olduğuna işaret ettikten sonra, 1970'li yılların sonunda, Hepatit B virüsü (HBV) tanımlanabildi. 1980'lerin sonunda Hepatit C virüsü (HCV) ve daha sonra da Hepatit D virüsü ve E virüsü tanımlandı.

Kısacası, bulaşıcı sarılık çeşitli virüslerle bulaşan, başlıca A, B, C, D ve E tipleri olan ve karaciğeri tutan bir hastalıktır. Bu virüslerin en sinsi ve öldürücü olanları B ve C tipleridir.

Bilim ve teknolojideki onca gelişmeye karşın, hepatit-B ve hepatit-C Türkiye’de ve dünyada büyük boyutlu toplumsal sorunlar olarak önemlerini günümüzde de korumaktadırlar. Bunun nedeni, genel olarak, tüm dünyada kronik karaciğer hastalığının ve bununla ilintili olarak karaciğer sirozu ve karaciğer kanserinin en önemli etkeninin viral hepatitler olduğu, bunlar içinde de en önemlilerinin hepatit B ve hepatit C virüslerinin olduğunun saptanmış olmasıdır. Bugün dünya nüfusunun yarısının HBV ile karşılaşmış olduğu tahmin edilmektedir. Dünyada 350 milyon, Türkiye’de ise 4-5 milyon kişinin hepatit B virüsü taşıyıcısı olduğu bilinmektedir. Hepatit B taşıyıcılarının %40'ı ileri dönemlerde siroz ve karaciğer kanserine yakalanırken, dünyada yılda iki milyon insan Hepatit B virüsünden ölmektedir. Türkiye’de ise karaciğer sirozu olan hastaların %50'sinden, karaciğer kanser hastalarının %40'ından Hepatit B virüsünün sorumlu olduğu belirtilmiştir.

AIDS Hastalığı nedir?

AIDS sözcüğü “ Acquired immunodeficiency syndrome” cümlesindeki her kelimenin başındaki harflerin birleştirilmesi ile oluşturulmuş bulaşıcı bir virüs hastalığının kısaltılmış adıdır. “Acquired immunodeficiency syndrome” cümlesi Türkçeye “Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendrom” olarak çevrilir. AIDS hastalığına human immunodeficiency virus(HIV) adı verilen bir virüs neden olur. HIV bulaştığı vücutta bağışıklık sistemini yıkarak vücudun enfeksiyon ajanlarına (bakteri, virüs, mantar, parazit, vb) karşı savunmasını çökertir ve böylece mikroplara karşı direnci azalan vücutta, HIV’nin etkisinin yanı sıra, çeşitli mikroplar da öldürücü enfeksiyonlara neden olurlar.

Son 50 yılın en korkutucu hastalıklarından bir olan AIDS uzun yıllar süren tıbbi çalışmalar sonucunda önemli oranda geriletilse de, tamamen yok edilebilmiş değil. Birleşmiş Milletler’in AIDS ile mücadele kuruluşu UNAIDS’in 2015 raporuna göre, dünya genelinde 36,9 milyon kişi HIV virüsü taşıyor. Ancak 17,1 milyon kişinin HIV virüsü taşımasına rağmen durumun farkında bile olmadıkları tahmin ediliyor. Bunun yanında, 22 milyon HIV taşıyıcısının tedaviye erişimi bulunmuyor ve bunların 1,8 milyonunu çocuklar oluşturuyor. Raporda 2000 yılından bu yana 25,3 milyon kişinin AIDS ile ilişkili hastalıklar nedeniyle hayatını kaybettiği dile getiriliyor.

Türkiye’de de son yıllarda HIV taşıyıcılarının sayısında önemli artış yaşanıyor. Resmi verilere göre, Türkiye’de AIDS hastalığına neden olan HIV virüsü taşıyanların sayısı 13 bine ulaşmış durumda. Özellikle son yıllarda hastalık taşıyan kişi sayısının yılda ortalama yüzde 50-60 artış gösterdiğini kaydeden uzmanlar, halka hastalığın hangi yollarla bulaştığı ve korunma yolları ile ilgili eğitim vermenin önemine dikkat çekiyor.

Söz Konusu Bu Üç Virüsün Bulaşması Nasıl Olur?

Hepatiti-B, Hepatit-C ve HIV virüslerinin bulaşma yolları bir toplumun sosyo-ekonomik-kültürel yönden gelişmişliği ile yakından ilişkilidir. Örneğin, Avrupa Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (European Centre for Disease Prevention and Control, ECDC) hepatit B’nin son on yılda Avrupa ülkelerinde azaldığını, ancak geri kalmış ülkelerden göçmen olarak gelenler arasında yoğun olarak görülmeye devam ettiğini rapor etmiştir. Hepatit B’nin dünyada yaygınlığı hepatit C’nin iki katı, HIV’in yedi katı olarak kaydedilmiştir.

Hepatiti-B, Hepatit-C ve HIV virüsleri -bazı ayrıntılar olmakla birlikte- aynı yollarla bulaşırlar; taşıyıcı bir kimsenin kan, tükürük, burun akıntısı (sümük), sperm (meni), idrar, ter, yara akıntısı(cerahat: iltihap; irin) veya gaita (dışkı)sının sağlıklı bir kimsenin kanına karışmasıyla ya da taşıyıcı kimsenin sağlıklı insanla cinsel ilişkiye girmesi ile bulaşır. Bununla birlikte, bulaş yollarında bazı farklılıklar da vardır. Örneğin, HBV ce HCV gebelik sürecinde plasentadan geçemediği için anneden bebeğe bulaşmaz, ancak doğum sırasında geçebilir; doğum sırasında bebeğin derisinde sıyrıklar oluşur, annenin kanı, dolayısıyla HBV, HCV veya HIV bu sıyrıklardan bebeğin kanına bulaşır, bu risk yaklaşık % 4 tür. HIV taşıyıcısı olanlarda HBV ve HCV’nin bulaş riski daha yüksektir.

Bununla birlikte, Hepatit C virüsünün hamilelik sürecinde plasentadan geçerek bebeğe bulaşabildiği de rapor edilmiştir. Bu iddiaya göre, Hepatit C virüsü miktarını gösteren HCV RNA PCR testi bu konuda bir fikir verir. HCV RNA PCR testi kanda bulunan virüs miktarını gösteren bir testtir ve değeri (kopya sayısı) 1 mL kanda 1 milyon olmuş ise virüs %18 -20 oranına bebeğe de bulaşır. Eğer HCV RNA PCR değeri düşükse bulaşma ihtimalide düşer. Cinsel yol ile HCV'nin bulaşma riskinin düşük olduğu belirtilmektedir. Çok sayıda eşle cinsel ilişki, cinsel yolla bulaşan başka bir hastalığın olması veya HIV taşıyıcılığının olması durumunda artmaktadır. Buna karşın, HIV virüsü anneden fetüse gebelik sırasında plasentadan geçebileceği gibi ve doğum sırasında da geçebilir. Enfekte anneden fetüsa virüsün geçiş oranı %15-30 arasında bildirilmiştir.

Türkiye’de HBV ‘nin bulaşmasının 1998 yılından önce başlıca horizontal yolla olduğu ileri sürülmekteydi. Horizontal bulaşmanın önemli araçları berberler, kuaförler, dişçiler, sünnetçiler, iğneciler, kalabalık ailelerdeki taşıyıcılar ile olayın ciddiyetini kavrayamamış hemşire, ebe, sağlık memuru, sterilizisayon görevlisi gibi sağlık görevlileridir.

Türkiye’de 1998 yılında HBV aşısının çocukluk çağı aşılarına katılması, gerek sağlık kuruluşlarının seminer, panel, konferanslar düzenleyerek, gerekse berber, kuaför, manikür, akupunktur gibi serbest meslek çalışanlarının ilgili sağlık kurumlarınca denetlenmesi ve basın (TV, gazete, internet) aracılığıyla ve/veya kendi öğütlerinde (dernek, oda, kulüp, vb) meslek içi eğitimlerle bilinçlendirme sonucunda yeni nesillerde hızla azalmaktadır.

İnkübasyon süreleri:

Yukarıda sözü edilen yollardan herhangi biri ile insan vücuduna giren ve kana karışan HBV veya HCV virüsü kan dolaşımıyla karaciğere yerleşir. Karaciğer hücrelerinde Hepatit-B ( 1 Ay- 6 Ay, Hepatit-C 15 Gün-5 Ay kuluçka dönemi geçirdikten sonra hastalık belirtileri görülmeye başlar. Hepatit B virüs (HBV) enfeksiyonun doğal seyri karmaşık olup akut bir hastalık olarak başlayıp zamanla kronik bir duruma dönüşebilmektedir. Hepatit B belirti vermeden(semptomsuz) seyredebilmekte ve hastalık uzun süre saptanmadan kalabilmektedir. Akut B hepatiti, HBV bulaşmasını takiben 6 hafta ile 6 ay arasında değişen inkübasyon periyodundan sonra gelişir.

HBsAg bulaştıktan 1-1.5 ay sonra kanda saptanabilir. Bu nedenle kuşkulu bir durumdan (transfüzyon, cinsel ilişki, vb) hemen test yaptırmanın bir anlamı yoktur, en az 1 ay sonra test yaptırmalıdır. HCV bulaşından sonra en az 1.5 ay sonra test yaptırmalı, negatif çıkması halinde 3 ay sonra tekrarlanmalıdır. Aynı durum HIV virüsü için de geçerlidir; HIV virüsü, vücuda girdikten hemen sonra AIDS hastalığı görülmez, “pozitif” veya “ negatif” bir sonucun doğru şekilde elde edilebilmesi için bulaş kuşkusundan en az 1 ay sonra kan testi yapılması gerekir.

Hepatit B:

HBV enfeksiyonun doğal seyri karmaşık olup akut bir hastalık olarak başlayıp zamanla kronik bir duruma dönüşebilmektedir. Hepatit B belirti vermeden (semptomsuz) seyredebilmekte ve hastalık uzun süre saptanmadan kalabilmektedir. Akut B hepatiti, HBV ile karşılaşılmasını takiben, 6 hafta ile 6 ay arasında değişen inkübasyon periyodundan sonra gelişir. Akut hepatit geçiren bir hastada beklenen iyileşme süresi 6 aydır. Bu sürenin sonunda HBsAg pozitifliği devam ederse enfeksiyonun kronikleştiği kabul edilir. Kronik hepatit B ciddi karaciğer hastalıklarına yol açan ve ömür boyu sürebilen bir hastalıktır.

Hastalığın karaciğerde yaratacağı hasar kişinin bağışıklık yanıtına göre değişkenlik gösterir. Hiçbir sekel kalmadan iyileşebildikleri gibi taşıyıcı kalabilirler veya enfeksiyon kronikleşebilir. Bazı HBV taşıyıcıları hafif hasarla veya hiç karaciğer hasarı olmadan yaşamını sürdürebilirken, bazıları siroz, karaciğer yetmezliği, ve karaciğer kanseri gelişimi açısından artmış risk taşırlar, özellikle organ/doku nakillerinde olduğu gibi, bağışıklık sisteminin baskılandığı (immunosupresif tedavi) durumlarda bu gibi ciddi bir hepatit sorun ile karşılaşabilir.

Hepatit –B Tanısı:

Akut ve Kronik Hepatit B’li hastaların tanısı ve izleminde; serolojik, biyokimyasal ve moleküler tanı yöntemleri kullanılır. Akut enfeksiyonda kanda ilk saptanan virüs antijeni HBsAg’dir. Virüs alındıktan ortalama 4-6 hafta sonra kanda saptanır. HBsAg saptanmasından bir süre sonra kanda HBeAg pozitifleşir. HBsAg ve HBeAg'nin pozitif bulunduğu dönemde eğer bakılabilirse kanda HBV-DNA'sı da saptanabilir.

Ayrıca, HBsAg saptanmasından 3-5 hafta sonra da hepatit bulguları ile birlikte anti-HBc IgM ve anti-HBc IgG antikorları oluşur; Anti HBcIgM düzeyi 12-48 hafta içinde düşerken, anti HBcIgG düzeyi yükselir ve ömür boyu serumda kalabilir. Kendi kendini sınırlayan, yani iyileşme sürecine giren HBV enfeksiyonunda HBsAg kaybolmadan önce HBeAg serumda kaybolur ve bu antijene karşı oluşan anti-Hbe serumda görülür.

Anti HBe’nin görülmesi enfeksiyonun aktivitesinin söndüğünü, yani bulaştırıcılığın azaldığını gösterir. HBsAg kanda kaybolduktan 2 hafta-2 ay arasında HBsAg karşı oluşan antikor olan anti-HBs görülür. Anti-HBs saptanması iyileşmeyi ve HBV karşı bağışıklık kazanıldığını gösteren bir belirteçtir. Çünkü, Anti-HBs, HBsAg’yi nötralize eder, yani öldürür. Anti-HBs uzun yıllar, bazı hastalarda yaşam boyu serumda sabit kalır. Akut hepatit geçiren bir hastada beklenen iyileşme süresi 6 aydır. Bu sürenin sonunda HBsAg pozitifliği devam ederse enfeksiyonun kronikleştiği kabul edilir. Serumda HBsAg pozitifliğinin 6 aydan uzun süreli sabit kalması, HBeAg pozitif hastalarda serum HBV DNA > 20.000 IU/mL olması HBeAg negatif hastalarda HBV DNA > 2000 IU/mL olması hastalığın kronikleştiğini gösterir.

Hepatit B virüsünün ülkemizde AIDS’ten daha hızlı yayıldığı bildirilmiştir. Ülkemiz HBV enfeksiyonu açısından, bu enfeksiyonun çok az görüldüğü Batı Avrupa ülkeleri ile -sex turizminin etkisiyle- en çok görüldüğü Tayland, Filipinler gibi Uzakdoğu ve Uganda, Nijerya gibi Afrika ülkelerinin ortasında yer almaktadır. Çok sayıda araştırmacının ülkemizin değişik bölgelerinde yaptıkları araştırmalarda birbirinden çok farklı sonuçlar elde edilmiş olsa da, Türkiye genelinde HBsAg taşıyıcılığının % 2-7, HBV enfeksiyonu geçirip iyileşenlerin (Anti-HBsAg pozitifliği) ise % 20 civarında olduğu genel kabul görmektedir.

Buna göre, Türkiye toplumunda hepatit-B virüsü ile karşılaşma oranı yaklaşık % 30’dur. Bu oran Uzakdoğu ve Afrika ülkelerinde %70, Batı Avrupa ülkelerinde ise %1’in altındadır; görüldüğü gibi aradaki fark bir uçurumdur. Bunun en büyük nedeni Batı ülkelerinde hijyenik yaşamın egemen olmasına karşın, diğerlerinde olmamasıdır. Bir toplumda hijyenik yaşam koşulları, o toplumun sosyal-ekonomik-kültürel seviyesinin yüksek olmasıyla sağlanabilir. Bununla birlikte, Hepatit-B virüsüne karşı etkin bir aşının bulunmuş olması ve bu aşının 1998 ’den itibaren Türkiye’de de çocukluk çağı aşılarına ilave edilmesi ileriye dönük ümitlerimizi canlı tutmaktadır. Nitekim, son yıllarda yapılan alan çalışmalarında Hepatit B prevalansının (topluma yayılması: bulaşması) azalma eğilimine girdiği kaydedilmektedir.

Hepatit C:

HBV için söylenenler ne yazık ki HCV için de geçerlidir. Dünya genelinde 170 milyon insanın HCV ile enfekte olduğu (hastalığa yakalandığı) tahmin edilmektedir. Akut hepatit enfeksiyonlarının %20’sinin, kronik hepatitlerin ise %60’nın nedenin HCV enfeksiyonları olduğu bildirilmiştir. HCV ile karşılaşanların %40 kadarı tamamen iyileşir, ancak kalanlarda semptomlu veya semptomsuz olsa da kronik enfeksiyon olur. Bunların %20’sinde siroz gelişir. Sirozluların %20 kadarında karaciğer kanseri gelişir. HCV enfeksiyonu, siroz ve hepatoselüler kanserin temel nedenlerinden biri olduğundan, hepatit C major bir küresel toplum sağlığı sorunudur. Gelecek birkaç yıl içinde HCV’nin neden olduğu karaciğer yetmezliği ve karaciğer kanserinin yol açtığı ölüm oranlarının AIDS sonucu ölümlerden daha yüksek olacağı da ileri sürülmüştür. HCV Batı dünyasındaki birçok ülkede en sık karşılaşılan viral ajan olmasına karşın, hepatit B Akdeniz ülkelerinde, Orta Doğu ve Asya’da kronik karaciğer hastalığının en önemli nedenini oluşturmaktadır. Ülkemizde yapılan çok sayıda klinik çalışmalar incelendiğinde, kronik karaciğer hastalığının nedeni olarak hepatit B’nin, hepatit C virüsüne göre yaklaşık 6 kat daha fazla olduğu görülecektir. Burada üzerinde durulması gereken bir nokta var; HCV‘ye yakalananların yaklaşık % 60’ı, HBV’ye yakalananların yaklaşık % 20’si kronikleşir. Ancak, ülkemizde HBV’ye yakalananlar HCV’ye yakalananlardan sayısal olarak daha çok olduğundan HBV’nin neden olduğu kronik karaciğer hastalığı da HCV’nin neden olduklarından çok daha fazladır.

Ülkemizin değişik bölgelerinde ve farklı örneklemelerde yapılan çalışmalarda, eşcinseller, ilaç bağımlıları, diyaliz hastaları gibi risk grupları dışındaki genel popülasyonda HCV taşıyıcılığı oranı yaklaşık %1 olarak bildirilmiştir. Risk gruplarında bu oran çok artmaktadır, örneğin hemodiyaliz hastaları arasında HCV pozitifliği %10-20 arasındadır. Bu oranlar Batı Avrupa ülkelerindeki oranlarla hemen hemen aynıdır.

Hepatit C Tanısı:

Enfeksiyondan ortalama 3 ay sonra özgül antikorlar (Anti-HCV) saptanabilmektedir. Anti-HCV pozitifliği enfeksiyonun varlığını gösterir, çünkü HCV ‘ye karşı vücudun oluşturduğu antikorlar ( Anti-HCV) HCV’yi nötralize edemez(öldüremez). Ayrıca, HCV karaciğere yerleşir, kan dolaşımında bulunmaz. Kan dolaşımında, HCV’ye karşı oluşmuş olan antikorlar ( Anti-HCV) vardır. Dolayısıyla, insan kanında Anti-HCV’nin varlığı, o kişinin karaciğerinde HCV’nin varlığını gösterir. Nitekim iyileşen çok az sayıdaki olguda 6 ay içerisinde Anti-HCV negatifleşmesi olmaktadır, yani kanda Anti-HCV gösterilemez. Tam bir tedavi bugün için olanaklı değilse de, bazı hastalarda İnterferon ve antiviral ilaçlarla HCV RNA inhibe edilerek hastalığın ilerlemesi durdurulabilmektedir. Hemen belirtelim ki, böyle bir tedavinin bir kür’ü(3 aylık tedavi) 2016 rakamlarıyla 40 000 (kırk bin) TL’dir, tedavi yıllarca sürebilir. Kesin bir iyileşeme sağlanamayabilir.

AIDS:

HIV (Human Immunsperessi Virüs) virüsü ise hepatit virüsleri grubundan değildir, ancak öldürücü bir virüstür. HBV ve HCV karaciğeri tahrip ederken, HIV bağışıklık sistemini çökertir, sonu mutlak ölüm olan AIDS hastalığına neden olur.

Türkçesi “Edinsel Bağışıklık Yetmezliği Sendromu” olan AİDS, HIV adındaki virüsün neden olduğu öldürücü bir hastalıktır. HIV bulaştıktan sonra, AIDS hastalığı belirtileri kişinin yaşam koşullarına ve vücut direncine göre, 5-15 yıl, hatta bazen daha uzun bir süre sonra ortaya çıkar. Ancak, bu zamana kadar kişi, virüsü başkalarına bulaştırabilir. Bu zaman süresince HIV Pozitif bir kişi hasta olmayabilir ve AIDS'e dönüşmeden yıllarca sağlıklı olarak yaşayabilir.

HIV virüsü, vücuda girdiğinde zamanla (5-15 yıl içinde) hastalığa karşı direnç göstermemizi sağlayan bağışıklık sistemimizi yok eder. Böylece, başka hastalıklara yakalanmamız çok kolaylaşır ve en basit bir soğuk algınlığına bile vücudumuz direnç gösteremez.

AIDS' e sebep olan HIV yalnızca yapılan kan testleri sonucu farkedilir, ancak HIV virüsü, vücuda girdikten hemen sonra AIDS hastalığı görülmez, “pozitif” veya “ negatif” bir sonucun doğru şekilde elde edilebilmesi için bulaş kuşkusundan en az 1 ay sonra kan testi yapılması gerekir. Ayrıca, bu virüsün vücutta bulunduğunu gösteren herhangi bir şikâyet ya da belirtiye rastlanmayabilir. Kan testlerinde HIV proteini olan P24’ün saptanması, HIV RNA saptanması ve vücudun HIV antijenlerine karşı oluşturduğu antikorların (Anti-HIV) ölçülmesidir. Kuşkulu kan/kan ürünleri transfüzyonu veya cinsel ilişki gibi bir durumda en erken test, bulaştan 10-21. gün sonra serumda görülen HIV proteini olan p24 ‘ün saptanmasıdır.

p24 testinin pozitif olması HIV’ın bulaştığını gösterir, ancak doğrulama testi yapılması gerekir. P24 proteini 90. güne kadar (nadiren 6.aya kadar) kanda kalır, yani bu dönemde bakılabilir. HIV RNA testide 10.günde pozitif olur ama 1.ayda bakılırsa %100'e yakın net sonuç verir. Bulaş sonrası vücudun virüse karşı Anti-HIV antikorlarını sentezlemesi için yani Anti-HIV testinin pozitif olması için bir süre gereklidir. Anti-HIV antikorları ortalama 3-8. haftada kanda pozitif olur. Bununla birlikte, bu testte sağlıklı bir sonuç almak için genellikle 3 ay beklemek gerekir, yani 3.aydan önce negatif Anti-HIV test sonucu virüsün alınmadığını kesin olarak söyleyemez ve bu nedenle 2.aydan önce bakılması yanıltıcı olabilir.

Yani, virüse karşı vücudun oluşturduğu antikorla henüz ölçülebilecek konsantrasyona ulaşmadığı için sonuç “NEGATİF “ bulunabilir, buna tıp dilinde “false negative” (yalancı negatiflik ) denir. Sonuç olarak, şüpheli bir temastan hemen sonra Anti-HIV bakılması boşunadır, en az 1 ay sonra test yapılmalıdır. Ayrıca, erken yapıldığı için sonuç negatif çıkacağından virüs ile temas edilmiş olsa bile yani hastalık kapılsa bile test sonucu "yalancı negatif" olarak rapor edilir ve kişi belki de erkenden tedaviye alınacakken sonucum negatif çıktı diye bir daha test yaptırmaz ve AIDS atlanarak hastalık gelişir. Anti-HIV test sonucu Pozitif ise test tekrarlanır, yine pozitif ise “yalancı pozitiflik” olabildiğinden altın standart test olan Western Blot testi ile doğrulanır. Western blot testi HIV antijenleri olan gp41, gp120, gp160, p18, p24, p31, p40, p65 ve p55/51 e karşı oluşmuş antikorları saptayabilir.

Aşı:

Anti-HBs, HBsAg’yi nötralize eder, yani öldürür. Oysa, HCV’ye karşı oluşan anti-HCV antikoru HCV’yi, HIV’e karşı oluşan anti-HIV de HIV virüsünü nötralize edemezler. Serumda anti-HCV’nin varlığı HCV enfeksiyonunun sürdüğünü gösterir.

Aynı durum Anti-HIV için de geçerlidir; serumda Anti-HIV pozitifliği HIV enfeksiyonun varlığını ve er geç AIDS hastalığına neden olacağını gösterir. HBsAg’ye karşı rekombinant DNA tekniği ile 1992 yılında geliştirilen hepatit B aşısı, hepatit B virüs enfeksiyonunu kesinlikle önlemektedir. Bun karşın, HCV ve HIV’e karşı koruyucu aşı henüz geliştirilememiştir.

Anti-HBs pozitif olan bir kişide bu pozitifliğin aşılmadan mı, yoksa HBv enfeksiyonundan mı olduğunu saptamak için anti-HBC-IgG testi yapılır; IgG pozitif ise kişi hastalığı geçirmiş ve iyileşmiştir. Anti HBCIgG ve Anti HBs antikorlarının beraber saptanması hastalığın geçirildiğinin ve bağışıklık oluştuğunun göstergesidir. Anti-HBs pozitif, Anti-HBCIgG negatif ise, kişi HBV enfeksiyonu geçirmemiştir, hepatit B aşı yaptırmıştır. Genel olarak aynı kişide HBsAg ve Anti-HbS birlikte pozitif olmaz, ancak bazı kişilerde HBsAg ve Anti HBs birlikte olması HBsAg’nin iki farklı tipi (suşu) ile karşılaşıldığını gösterir, bu durum en çok diyaliz hastalarında, İ.V madde bağımlılarında ve poligamik(çok eşliliklerde) yaşam sürenlerde görülür.

Siirt İli ve çevresinde HBsAg, HCV ve HIV yaygınlığı nedir?

2006 yılı ile 2018 yılının karşılaştırılması

Bugüne kadar Türkiye’de değişik meslek gruplarında HBV ve HCV prevalansı ( yaygınlığı) incelenmiş, fakat bu çalışmaların büyük çoğunluğu büyük kentlerde Üniversiteler ve Eğitim hastanelerinde yapılmıştır. Bu hastanelerin olmadığı illerden elimizde çok az veri olduğu için bu bölgeler hakkındaki bilgiler daha çok öngörülere dayandırılmaktadır. Bu noktadan hareketle, Siirt ili ve çevresindeki HBV, HCV ve HIV yaygınlığını, Klinik Biyokimya Uzmanı olarak görev yaptığım Özel Siirt Hayat Hastanesi’nde elde edilen sonuçlara dayandırarak saptamaya çalıştım.

Hayat Hastanesi, özel hastalarının yanında Emekli Sandığı ve SSK hastalarının başvurularını da kabul etmektedir. Hastaneye Siirt’in köylerinden ve ilçelerinden de önemli sayıda hasta gelmektedir. Bu durumda, Hayat Hastanesi’ne gelen hasta popülasyonu Siirt ilinin tümü için iyi bir örnekleme oluşturmakla birlikte, “Yeşil Kart” sahibi vatandaşların sadece devlet hastanelerine/sağlık ocaklarına müracaat zorunluluğu nedeniyle, özellikle HBV bulaşının en önemli yolarından biri kabul edilen “horizontal” bulaşın daha yoğun olduğu düşünülen bu popülasyon respospektif (geriye dönük dosya taraması) çalışmamızın dışında kalmıştır.

Siirt Özel Hayat Hastanesi’nin çeşitli polikliniklerine başvuruda bulunan ve muayenelerini yapan hekimler tarafından rutin Biyokimya, Hematoloji ve Bakteriyoloji testlerinin yanı sıra HBsAg, Anti-HBsAg, HBeAg, Anti-HBeAg, Anti-HCV ve Anti-HIV testleri de istenen hastalardan 1 Mart-15 Mayıs 2006 tarihleri arasını kapsayan 45 günlük sürede laboratuvarımıza kan verenlerinin söz konusu parametreleri ROCHE firmasına ait, Electro-chemiluminescence immunoassay (ECLIA) prensibine göre analiz yapan Elecsys-2010 hormon analizöründe çalışılmış, sonuçları 2006 yılında “Eroğlu Hastane Otomasyon Sistemi”nde, 2018 yılında “BİLSAM Hastane Otomasyon Sistemi”nde istatistiksel analize tabi tutularak yaygınlık oranları saptanmıştır. 2006 yılındaki çalışmada toplam 4627 hastada HBsAg, bunların 1460’ında Anti-HBsAg, 885’inde HBeAg, 319’unda da Anti-HBeAg testlerinin çalışılması istenilmişti. Ayrıca, 195 hastada Anti-HCV ve 190 hastada da Anti-HIV istemi yapılmıştı. 2018 yılının ilk 6 aylık döneminde ise toplam 2003 hastada HBsAg, 1561 hastada Anti-HBs, 2059 hastada Anti-HCV ve 1827 hastada da Anti-HIV testleri istenilmişti. Yıllık istem sayısı çok az olduğu için laboratuvarımızda 2010 yılından sonra HBeAg ve Anti-HBeAg testleri çalışılmamaktadır.