HABERLER

Dr. Sadık Top’un Kaleminden, Beslenme Alışkanlığının Kronik Hastalıklarla İlişkisi-1

Denis Parsons Burkitt, (1911-1993) adlı İrlandalı cerrah 1971 yılında yayımladığı “ kolon ve rektum kanserinin epidemiyolojisi adlı makalesinde Afrika’da yaşayan zencilerde kolon ve rektum kanseri yaygınlığının Batı Avrupa toplumlarına göre çok düşük olduğunu ileri sürdü. Bunun nedenini araştırdığında Afrikalı siyahların düşük yağ fakat yüksek oranda bitkisel kaynaklı besinlerle, buna karşın Avrupalıların yüksek oranda hayvansal yağ fakat düşük oranda bitkisel ürünler içeren besinlerle beslendiklerini gözlemledi.

Burkitt’e göre, kansere karşı asıl koruyucu olan besinsel unsur, bilim dilinde “dietary fibre” denilen, bitkilerin hiç enerji içermeyen lifli kısımlarıydı. Burkitt, bu gözlemlerine dayanarak 1975 yılında “Don’t Forget Fibre in your Diet : Besininde Lifli Maddeyi Unutma ” adlı kitabını yayımladı, kitap uluslararası çok satılan bir kitap oldu(international best-seller). “Dietary fibre”’yi Türkçe’ye “ bitkisel kaynaklı lifli maddeler” olarak çevirebiliriz. Besinin bu hiç enerji ihtiva etmeyen kısmına “posa” da denilmektedir. Tahıllar başta olmak üzere bütün sebze ve meyveler az ya da çok miktarda lifli madde (posa) içermektedirler.

Burkitt’in beslenme tarzının kanser oluşumuna etkisi olduğuna dikkat çekmesinden sonra bir çok araştırıcı beslenme şekliyle kanser ve diğer kronik hastalıklar (diyabet, koroner kalp hastalığı, vb) arasında ilişki olup olmadığını araştırmaya başladılar. Şimdiye kadar bu konuda gerek laboratuvar hayvanları gerekse insanlar üzerinde hem ulusal hem de uluslararası düzeyde çok sayıda çalışmalar-araştırmalar yapılmıştır.

İnsanlar üzerinde bir ülkenin farklı bölgelerinde çalışmalar yapıldığı gibi, bir kaç ülkenin kollektif çiftlikleri, öğrenci, gönüllü ya da göçmen grupları üzerinde karşılaştırmalı çalışmalar da yapılmıştır. Beslenme tarzıyla kanser arasında en güçlü istatistiksel ilişki uluslararası çalışmalardan elde edilmiştir.

Örneğin, fakir ülkelerden Batı Avrupa ülkelerine göç edenler arasında ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Japon toplumunda kolon kanseri yaygınlığının artışı Burkitt’in teorisini doğruluyordu; Göçmen, kendi ülkesinde besininin büyük kısmını bitkisel besinlerden sağlarken Avrupa ülkesinde ya da Amerika’da –maddi durumunun elverdiği ölçüde- besinindeki bitkisel ürünler azalmış, hayvansal ürünler artmıştı.

Aynı durum Afrika’da yaşayan zenciler ile Amerika’da yaşayan zenciler arasında da gözlemlenmiştir; Amerikan zencileri arasında kolon ve rektum kanseri yaygınlığı beyazlarla aynı bulunmuştur. Oysa, daha önce sözünü ettiğimiz gibi, yoksul Afrika zencilerinde bu kanser türleri yok denecek kadar azdı. Japon toplumumum İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hem maddi gücü artmış, hem de Batı tipi besinleri tüketmeye başlamışlardır.

Başka çalışmalardan elde edilen sonuçlar da Burkitt’in besinsel lifli maddeler konusundaki görüşünü destekliyordu. Örneğin, 1978’de Amerika’da, 1982 ‘de Danimarka ve Fillandiya’da, 1984’te İsveç’in köylü ve kentli toplumlarında kolon kanseri riski araştırılmış, en düşük risk İskandinav ülkelerinin köylülerinde görülmüştür. Çünkü, bu köylüler tıpkı kentlerde yaşayan varlıklı insanlar gibi yüksek oranda et ve hayvansal yağ tüketmekle birlikte, onlardan farklı olarak bol bitkisel kaynaklı lifli maddeler – örneğin tahıl ve sebzeler- de tüketiyorlardı.

İngiltere’de yapılan bölgesel bir çalışmada bitkisel lifli maddeleri tüketmeyenlerin ya da az tüketenlerin daha çok kolon kanserine yakalandıklarını gösterilmiştir. İsrail’de 1981 yılında bir kollektif çiftlikte (göçmen Yahudilerin yerleştirildikleri bölge) yaşayan 75 kişi ile Tel-Aviv kentinde yaşayan 88 kişi 20 yıl süreyle kolon kanseri riski bakımından incelenmeye alınmış, çiftlikte yaşayanlar arasında kolon kanserine yakalanma oranı % 2 iken, Tel-Aviv kentinde % 6.5 bulunmuştur. Kollektif çiftlikte yaşayanların günlük besinlerinin yarısını bitkisel kaynaklı besinlerin oluşturduğu, yine bitkisel kaynaklı sıvı yağ kullandıkları ve C-vitamini ile alfa-karoten (A-vitamini) bakımından zengin meyveleri bolca yedikleri gözlemlenmiştir.

New York’ta 1978-1986 yılları arasında göçmen olarak gelmiş Amerikan yerlileri( Niagara, Erie, Monroe) arasında yapılan bir çalışmada tahıl ağırlıklı beslenenlerde kolon kanseri görülme oranının daha az olduğu görülmüştür. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün.

Burada bir nokta üzerinde durmak gerekiyor; Bu yazılanlardan “yoksulluğundan dolayı bitkisel besinler yemek zorunda kalanlar kansere yakalanmıyor” gibi bir anlam çıkarılmamalı, tam tersine yoksul ülkelerde kanserden ölüm oranları gelişmemiş ülkelere göre çok yüksek seyrediyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yapılan kanser araştırmalarının sonuçlarına göre, “2005 yılında dünya genelinde hayatını kaybeden 58 milyon kişinin yüzde 13'ü olan 7.6 milyon insanın ölüm nedeni kanser; Kanser sonucu ölümlerin yüzde 70'ten fazlası, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde meydana geliyor.”( Hürriyet Gazetesi İnternet Sitesi, 06.09.2006).

Kanser çok çeşitli nedenlerden dolayı ortaya çıkabilmektedir. Bazı habis tümörlerde genetik faktörlerin, bir kısmında virüs infeksiyonlarının, bazılarında karsinojenà maddelere maruz kalmanın rol oynadığı bilinmektedir. Epidemiyolojik araştırmalar çevresel faktörlerin kanserlerin yaklaşık %75 kadarının oluşumunda büyük rol oynadığını ortaya koymuştur. Birçok çevresel faktörden biri olan diyetin (besin) tek başına bütün kanserlerin % 50’sinden sorumlu olabileceği ileri sürülmüştür. Yukarıda sözü edilen araştırmalarda vurgulanan şey bitkisel besinleri ihmal ederek tek taraflı olarak hayvansal besinlerle beslenenlerde bazı kanserlerin oluşma riskinin yüksek olduğudur. Yukarıda değinildiği gibi, en çok üzerinde durulan konu besinin yeterli oranda bitkisel kaynaklı lif (posa) içerip içermediğidir.

Bitiksel kaynaklı lif (dietary fiber: posa) suda çözünen ve çözünmeyen olmak üzere ikiye ayrılır. Suda çözünen lifli maddeler daha çok soya fasulyesi, yulaf ezmesi ve meyvelerde bulunur. Suda çözünmeyen lifli maddeler ise en çok tahılların kabuklarında (kepek) bulunur. Birçok araştırıcı hem çözünür lifli madde hem de suda çözünmeyen lifli maddelerle çalışmalar yapmışlar ve o kadar çelişkili sonuçlar elde etmişler ki, bugün kanser oluşumunu engellemede en etkin lifli maddenin hangisi olduğu net bir şekilde söylenmiyor.

 Ayrıca, besinde sadece lifli maddeler kanser oluşumunda önleyici rol oynamazlar, anti-oksidan olarak adlandırılan bir takım bileşikler de kanser oluşumunu önleyici rol oynarlar. Kabuklu yemişlerde bulunan E-vitamini, meyve ve sebzelerde buluna C-vitamini ve A-vitamini, tahıllarda bulunan bazı mineraller, bitkisel yağlarda bulunan omega yağ asitleri bu antioksidan maddelerden bazılarıdır.

Sonuç olarak, yüksek oranda yağ ve protein içeren diyetle beslenmenin, başka bir ifadeyle sürekli yüksek enerji alımının kolon ve meme kanserleri başta olmak üzere beslenme alışkanlığıyla ilişkilendirilen diğer kanserlerin gelişmesinde promotör (kolaylaştırıcı) rol oynadığı uzun süreden beri gözlemlenmektedir. Buna karşın rafine olmamış (işlenmemiş) bitkisel besinlerin kansere yakalanma olasılığını azalttığı konusunda görüş biriliği vardır. Ancak, ne yüksek enerji besinlerin kansere neden olma mekanizmaları, ne de besinsel lifin kanseri önleme mekanizmaları net bir şekilde açıklanabilmiştir. Her iki mekanizmayı açılamak için bugüne kadar çok çeşitli kuramlar (teoriler) oluşturulmuş fakat hiçbir kuram tam olarak kanıtlanamamıştır.

Öneriler:

Üzerinde görüş birliği sağlana önerileri şu şekilde özetleyebiliriz:

* Hayvansal yağla belenme ile kanser –özellikle barsak ve meme kanserleri arasında pozitif bir ilişki vardır (kanser riski yükselir), buna karşın bitkisel yağ ile beslenenlerde herhangi bir ilişki söz konusu değildir.

* Sadece hayvansal yağ ( don yağı, iç yağı, kuyruk yağı, tereyağı) değil, kırmızı et de kanser riskini yükseltir, bu nedenle, kırmızı et yerine tavuk eti ve balık yenilmesi önerilmektedir.

* Yüksek oranda kırmızı et, az miktarda bitkisel lifli madde içeren besinler (meyve ve sebzeler) kanser riskinin artmasına katkıda bulunur. Bu nedenle, eğer beslenme alışkanlığımızda kırmız et oranı yüksek ise, bitkisel kaynaklı besinlerin oranı da yüksek olmalıdır.

* Karbonhidratlar, proteinler, yağlar, vitaminler ve minerallerden gerektiği zaman ve yeterli miktarda alınırsa, yani dengeli bir beslenme alışkanlığı edinilirse beslenmeyle ilintili kanser türlerinin önleneceği açıktır.

* Beslenme alışkanlıklarınızdaki değişimleri sadece akılcı besin seçimleri ile sınırlamamalı, düzenli kahvaltı yapmaya, öğün atlamamaya, vitaminmineral ve posa zengini besinleri mutfağınızda daha çok kullanmaya da özen göstermeliyiz.

* Spor yapmayı unutmayalım lütfen...